Konumuz psikoloji bilminin ilgilendiği sonu fobi ile biten korkularımız değil, bugün ki konumuz daha ziyade öğrenilerek oluşmuş, genlerimizden taşıdığımız, ailelerimizden, toplumdan, eğitim sistemimizden öğrendiğimiz, zihinsel programlara yol açan, alışkanlığa dönüşen ve otomatik çalışan negatif duygusal blokajlar. Özellikle yaşadığımız dönem, pandemi, doğal afetler, ekonomik krizler, en korkusuz olduğunu söyleyenleri bile korkulara itiyor. Özellikle öfke, korkuyu gizleyen en belirgin duygusal tepkilerden biri. Gündelik hayatın içinde pek çok davranış ve tepki otomatik gerçekleşiyor. Bu otomatik davranışlar, tepkiler veya dirençler, genellikle farkında olmadığınız bir korkumuz yüzünden ortaya çıkıyor. Bir negatif durum yaşadığınızda ve içinizden öfke yükseldiğinde kendinize lütfen ‘ ben şimdi neden korkuyorum, ne olmasından korkuyorum, en kötü ne olabilir ? ’ diye sorun. Duygunuzu doğru tanımlayabilirseniz hemen dönüşebildiğini göreceksiniz. Önemli olan kendi karanlık yanınızla ne kadar tanışmaya hazır olduğunuz.
Şimdi belli başlı ve neredeyse herkes de olan korkulara bakalım :
İlk ve en temel korku Ölüm korkusu, ya da yok olma/yok sayılma korkusudur. Olumsuz beklentilerimiz, hayata dair güvensizliklerimiz bu korkuyla ilgili. Sürekli olabilecek negatif durumları hesaplamaya çalışır, tetikte olur ve önlemler alırız, olabilecek en kötü şey ise hayatın sonlanması, yok olmamızdır.
Değişim korkusu, daha çok yeniliklere direnen ve değişimin kötü birşeyler getirebileceğine dair endişe taşıyan kişilerde ve hatta daha ziyade erkeklerde ve eril enerjisi yüksek kadınlarda görülür. Bu kişiler genellikle mükemmelliyetçi ve aşırı kontrolcülerdir ve kendi içlerindeki karanlık parçaya bakmak istemezler. Bu korkunun temelinde aslında yüzleşme korkusu da vardır.
Yetersizlik Korkusu bence toplumsal olarak en derin yaşadığımız korkulardan biridir. Sürekli kendiniz, toplumunuz ve aileniz için beklenti içindesinizdir. Hep yüksek çıtalara ulaşmaya çalışıp hayatı hep tırmalamak zorunda kalırsınız. Asla yeteri kadar mükemmel olamazsınız, asla yeteri kadar ince, yeteri kadar güzel, yeteri kadar başarılı, yeteri kadar güçlü olamazsınız. Kendinizi sürekli birileriyle kıyaslarsınız. İlişkilerimizi de karmaşıklaştıran en temel korku yetersizlik korkusudur. Yetersizlik korkusu insanlığın yeryüzündeki ilk zamanlarına kadar dayanır. İlkel benliğimizdeki kayıttır. Eski zamanlarda çocuk doğurmak ve neslinin devamını sağlamak için kadın sırtını elbette bir erkeğe dayamak zorundaydı. Başka bir güvencesi yoktu. Erkek ise kadınını ve çocuğunu dışarıdaki tehlikelere karşı korumak zorundaydı. Ne de olsa dişi, sadece kendine bir eş değil, ileride doğacak çocuğuna da baba seçiyordu. Öyleyse, en iyi avcıyı, en güçlü olanı, kendini ve çocuğunu koruyabilecek olanı seçmeliydi. İşte bu şekilde erkekte Yetersizlik korkusu, kadında da Kaybetme Korkusu yerleşti. Başka hiçbir dayanağı olmayan kadın, bir erkeğe sırtını yaslamak, güvenmek, onu beklemek zorundaydı. Dolayısıyla terk edilmek, vazgeçilmek, tercih edilmemek, reddedilmek, aldatılmak, gibi uzantılarıyla beraber Kaybetme Korkusuyla tanışmış oldu ve bu sonraki nesillere aktarıldı.
Değersizlik ise tüm insanlarda en sık rastlanan korkulardan biridir. Kişi, kendini sevilmeye ve hayattaki tüm arzularını elde etmeye layık bulmaz, haketmediğini düşünür. Özgüven eksiği pek çok alanda kendini gösterir, değersizlik hissettiğimiz de insanlara daha acımasız davranıyor olabiliriz. Hayatımızdan gitmesi gereken kişilere aşırı derecede bağımlı hale gelebilir, gitmesinler diye gereğinden fazla tavizkar davranıyor olabiliriz. Ya da ilişkilerimizde güçlü durmak, risklere karşı duvarlar örmek gibi alışkanlıklar edindiysek , kolayca küsebilir, kendimiz için birilerinden kendimiz için birşeyler istemekten utanabilir, hiç bir şey alamadığımız insanlara sorgusuz sualsiz vermeye devam eder bunu bir de erdem sayabiliriz, insanları dilimizle ya da soğuk davranışlarımızla cezalandırıyor olabiliriz. Bunların hepsi değersizlik korkusu sonucu ortaya çıkar.
Sevilmeme korkusu aile yapımızla nerdeyse herkese otomatik ekilen bir korkudur. Hepimiz çocukken annemizden, böyle yaparsan kimse seni sevmez lafını duymuşuzdur. Daha iyi huylu bir çocuk olursam, daha uslu olursam, daha başarılı olursam, annem beni daha çok sever inancıyla yetiştirildiysek, eleştiren ve kontrol eden bir annemiz varsa sevilmeme korkusu çalışıyor demektir. İnsanları kırmayayım, kimseye hayır diyemem, dur şu işi de ben halledivereyim, elime mi yapışır, şeklinde konuşmalarınız varsa kendinizi sevmek size öğretimemiştir.
Suçlanma korkusu, onay ve taktir ihtiyacımızdan doğan bir korkudur. O kadar eleştirilerek yetiştiriliyoruz ki , hepimizde hata yapmamam lazım, yoksa beni suçlarlar ya da en beteri ben kendimi suçlarım.. programı otomatik hale geliyor. Sürekli kendini savunan insanlarda örneğin altta bu korkunun olduğunu söyleyebilriz. Onay ve taktir uğruna istemediğimiz pek çok duruma evet demek zorunda kalırız.
Yalnızlık korkusu beraberinde dışlanma korkusu, etrafımızdaki insanlara haketmedikleri değeri, sevgiyi vermek veya kendi kişisel sınırlarımızı yok saymak anlamına gelir. Sırf yalnız kalmaktan ya da dışlanmaktan korktuğumuz için sürekli bir “hoşnut et” programını çalıştırır dururuz. Tek başına olmaktan keyif alıyor olabilirsiniz bu bir durumdur, ama yalnızlık bir negatif duygudur, korkudur ve size istemediğiniz şeyler yaptırabilir.
Parasızlık Korkusu, paranın kıt veya yetersiz olduğuna ve biteceğine dair korkudur. Parasızlık korkusu bazen mantıksız şeyler yaptırır, örneğin hesabında parası olmasına rağmen ödemelerini son ana hatta gecikmeye bırakan kişiler paranın yetmeyeceği ya da biteceği korkusuna sahiptir.
Bilinmeyen korkusu yaşadığımız bir diğer korkudur. Geleceği merak eder, geçmişi sürekli gözden geçirir önümüze gelebilecek herşeye, her alternatife hazırlıklı olmaya çalışırız, bu şekilde ilerleyebileceğimize inanırız, bilinmeyen bir geleceğe ilerlediğimizi düşünmek bizi kaygılandırır. Çünkü, bu korkunun hemen arkasında daha büyük bir korku gizlenmiştir. O da güvensizliktir. Güven hissi babadan öğrenilen bir histir. Küçük bir çocukken babanız sizi havaya fırlattığında eyvah babam beni tutamayacak yere düşüceğim diye mi düşündünüz, yoksa kahkalarla gülüp neşelendiniz mi? Size hangi duygu daha güzel geliyor. Neşeyi unutup bir yerlerde kaygı ve endişeyi seçtinizse altta mutlaka güvensizlik korkusu vardır.
Başka bir korku hastalık korkusudur. Pek çok insan ortalıkta gezen hastalıkları takip etseler de , onlara yakalanmaktan ne kadar korktuklarını itiraf edemezler ama içten içe bundan gerçekten korkarlar. Bakın, genetik olarak hastalığa yakalanmaya ne kadar yatkın olduğumuz önemli değildir. Genlerinizin kaderiniz olduğu tüm o eski bilgileri fırlatıp atın. Artık insan bilinci hücresel yapıya hitap ederek onu değiştirebilir, yenileyebilir, iyileştirebilir, hastalığa bile hitap edebilir.
Korkunun kapladığı yer ne kadar büyükse, yüreğimizdeki sevgi, huzur,neşe, keyif o derece küçük kalır. İnsanların kendileriyle ve birbirleriyle ilişkileri , korku temelli olmaya başlar. İçimizdeki boşluk ve eksik olan tarafımızı tanımlamak için zorlu ilişkilere gireriz. Örneğin, değersizlik korkusu olan birisi kendisine kral yada kraliçe muamelesi yapılmasını ister, ama gidip kötü davrananla birlikte olur…
Hayat aslında size sizi göstermektedir.
Korkmamaya niyet ettiğinizde korku çekip gidecektir. Size karşı çalışan sizden başka hiçbir güç yoktur, bilinciniz asla istemediğiniz bir hal içinde kalamaz. Sadece farkında olup bunları bilinçaltından bilince çıkardığınızda artık korku sizi değil siz korkuyu yönetmeye başlarsınız.
Bu konuyla ilgili meditasyon çalışmamı ekliyorum size bir örnek çalışma olabilir
Napoleon Bonapart ne demiş : Cesaret hiç korkmamak değil, korkuya rağmen hareket edebilmektir.
Korkmanın normal ve yönetilebilir bir duygu olduğunu ve korkularınıza rağmen mutlu olabileceğinizi farketmeniz dileğiyle, Sevgiler…
Yeşim Bayraktar